Bir yazı yazmıştım. Bundan tam bir yıl öncesinde hayatımı altüst edecek muazzam beğenilen bir yazı yazmıştım.
Gözyaşlarımın bana getirdiği şeyin ilk defa mutluluk olduğu o an, belirsizlikle dolu bir gelecek için kendinden çok korkan fakat bir o kadar emin bir yazı. Onun içine işleyecek derece hem de. Uzun süre konu olacak ve unutulamayacak derece bir yazı.
Şu cümlelerle başlıyorum yazıya. “Ne? İçimdeki bu duygunun imi ne? Ya da doğru soru bu mu? Belki de neden böyle hissediyorum diye sormalıyımdır. Beynimin kafatasımdan sıyrıldığını, mantığımın beni terk edip duygularımla baş başa kaldığımı hissetmemi pekii ya doğru soru bu değilse. O zaman bana iyi geliyor mu diye sormalıyım.”
Ve şu cümlelerle bitiriyorum yazımı; kafamdaki tüm soruları ortaya döküp hayatımı dışarıdan yaşadığımı hissettiren ve harekete geçmemi sağlayan o kişiye karşı, “ne olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yok ama bu ona çok değer verdiğim gerçeğini değiştirmiyor.”

Aradan -hayatımdaki gelişmeler için- yeterince uzun zaman geçti. Tam bir yıldır bana hayatımı keşfettiren o etkenle yaşamaya devam ediyor olmam çoğu şeyin, duyguların, davranışların, kişiliğin ve beraberinde birçok şeyin değiştiği gerçeğini de değiştirmiyor maalesef.
Hayatın bizi mecbur bıraktığı her adım yeni gelişmelere yol açıyor. Orhan pamuğunda ısrarla belirttiği gibi her anı bir iz bırakıyor kalbimizde. Bembeyaz yaşam dolu sayfalarımızı gelişi güzel karalamaya devam ediyoruz her saniye. Belki güzel resimler çiziyoruz. Belki de dünyanın en karamsar sayfalarını yazmaya devam ediyoruz. İşte tam da bu noktada ayrılıyor insanlar. Ayrılıyorlar ayrılmasına ama ben daha çok kesiştikleri noktalarla ilgileniyorum. Dışarıdan baktığımızda alakamızın olmayacağı insanlar bize o kadar güzel hisler ve olgular katabiliyor ki sayfalarımızın tüm gidişatı değişiyor ve kitabımıza daha nahoş bir güzellikle daha özel hissederek devam ediyoruz.
Neler oluyor bu kesiştiğimiz noktalarda kısmına gelecek olursak biraz karışık olmakla beraber, aslında dönüm noktası dediğimiz alanları kapsıyor demek bence açıklayıcılıkta büyük rol sahibi.
Bazı kitaplar okuyoruz, bazı filmler izleyip belki de hiç dinlemediğimiz bir Beethoven sonatını keşfediyoruz. Bunun olağandışılığı noktası tam olarak bunları biri veyahut bir şey sayesinde yaptığımızda başlıyor. Dışarıdan izlediğiniz bir hayatınız olduğunu fark etiyseniz veya bunu bir şekilde içinizde hissediyorsanız, ne demek istediğimi anlayacaksınızdır.

Yaşanılanlar kalbimizde ve dolayısı ile beynimizde bıraktığı izler kadar güzel fakat hiçbir yeni adımın eskisine benzememesi durumu, bizi bir süreçten geçirdikten sonra eskiye bağımlı kılabiliyor. Büyük hevesle başladığımız durumlar eski heyecanını kaybetmeye başlıyor, potansiyeli olsa dahi bu heyecanı yitiriyor çünkü yukarıda da belirttiğim gibi hayat bize bazı adımlar atmak zorunda bırakıyor ve bazen ruha dokunan ve çok iyi şeylerden vazgeçmek uzaklaşmak soyutlanmak zorunda kalıyoruz.
Bu noktada geçmişi beyniniz size her hatırlattığında yaklaşık aylar geçmiş olsa dahi hatta güzel bir anı sadece bir hafta gerinizde kalmış olsa dahi biraz acı verebiliyor ve dolayısıyla hüznünüz ile baş başa kalmış oluyorsunuz.
Ne yapılması gerek ve tüm bu güzel anıları tekrar yaşamanın zorluğunu bilerek nasıl devam edilir diye yaklaşık 3.5- 4 aydır cevaplar arıyordum.
Geçmişim sayfalarını karıştırıp okurken o yazıyla karşılaşmam belki de ilhamımı kaybettim dediğim noktada bana ilham oldu. Bilmiyorum. Beni bu yazının bu paragrafına kadar iten sebep, durum ne hiç bilmiyorum. Düşünmedim ve artık bazı şeyleri düşünmek dahi istemiyorum. Ama şu an daha sonrasında böyle düşünmeyecek olma ihtimalim olsa bile sanırım bu cevaplardan birini bu yazının ilk ve son cümlesi sayesinde buldum. Tıpkı kemalin masumiyet müzesini mutluluk metaforu ile başlayıp bitirmesi gibi. Belki de ilhamım bugün izlediğim hatıraların masumiyeti belgeselidir.
Geçmişi yenden şekillendiremeyiz. Ve gün geçtikçe gelişigüzel karaladığımız o sayfaların yerini ancak geleceği şekillendirerek doldurabiliriz. Kendimizden çaldığımız her anı, her zaman parçasını, bize sunulacak olan gelecek diliminde kendimize o kişi veya o durum sayesinde keşfettiğimiz güzel olaylardan biraz daha katarak biraz daha harmanlayarak ve yaşayarak dahası hissederek tamamlayabiliriz.
Her gün o kitaptan bir cümle okuyarak, her gün o şarkıyı bir kere daha dinleyerek ve hatırımıza gelen anıyı defetmeyerek geçmişten çıkamıyor olmuyoruz. Aksine zevk aldığımı o güzel anıları geleceğimize katıp belki de tatlı bir tebessüm ile yaşadığımızda kendi kitabımızı taçlandırmış oluyoruz. Tek risk bunu kararında ve bağımlı hale gelmeden yapmayı becerip kendimizi yıpratmamak.

Hala sizinleyse son kezmiş gibi sarılın; sizi hayatınızda olabileceğinizi düşündüğünüz en iyi hale getiren o şeye. Ve daha iyisi olacaksa bile bırakın bunu zaman göstersin. Sadece devam ettiği yere kadar sarılın. Çünkü bir gün hayatınızdan tamamen çıkacağı ihtimalinin bile üzdüğü o şeyin kıymetini bilmediğiniz her dakika için gelecekte kendinizden nefret etme ihtimali bile paramparça ediyor sizi.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yenilmeden ve kaybetmeden yaşamanız dileği ile <3

Bir cevap yazın